Tüzel Kişiliğin Mevcudiyeti
Kâr amacı güden ve kazanç elde etmeyi hedefleyen özel hukuk tüzel kişisi olan şirketlerin bireysel başvuruları, sadece tüzel kişiliği doğrudan ilgilendiren konularla sınırlı olacaktır. Bu bağlamda, şirketlerin bireysel başvuru yapabilmesi için ön koşul, başvuru anında tüzel kişiliğin hukuken geçerli bir şekilde kazanılmış olması ve başvuru anında tüzel kişiliğin devam etmesidir.
Tüzel kişiliği ortadan kalkmış bir şirketin bireysel başvurusu, kişisel yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulunmaktadır. Türk Ticaret Kanunu’na göre sermaye şirketleri, ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanmaktadır. Şirketin tüzel kişiliği sayesinde hak ve fiil ehliyeti, taraf ve dava ehliyeti bulunmaktadır. Ancak ticaret siciline tescil ile fiil ehliyetine sahip olan bir şirketin kaydının silinmesi durumunda, tüzel kişiliği ve dava ehliyeti sona erecektir.
Anayasa Mahkemesi, Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş. başvurusunda, ticaret sicil kaydı silinmiş bir şirketin taraf sıfatını taşıyamayacağını belirtmiştir. Bu durumun bireysel başvurular açısından da geçerli olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla, tüzel kişiliği olmayan bir şirket bireysel başvuru yapamaz. Ayrıca, şirketin tüzel kişiliğini bireysel başvuru süreci boyunca koruması gerekmekte olup, başvurunun esası hakkında karar verilmeden önce şirketin tüzel kişiliğini yitirmesi durumunda inceleme yapılmayacaktır.
Anayasa Mahkemesi, bir şirketin bireysel başvurusu için tüzel kişiliğin devam etmesinin şart olduğunu vurgulamıştır. Örneğin, Çağ Ağaç Sanayi Ticaret ve Nakliye Limited Şirketi başvurusunda, şirketin tüzel kişiliğinin devam edip etmediğini incelemiş ve tüzel kişiliğin başvuru öncesinde sona erdiğini tespit etmiştir. Bu durumda, şirketin tüzel kişiliğini ve bireysel başvuru ehliyetini kaybettiği sonucuna varılmıştır.
Şirketin bireysel hak ihlali iddiasında bulunabilmesi için, tüzel kişiliğinin devam etmesi gerekmektedir. Eğer tüzel kişilik sona ermişse, başvuru kişi adına başka bir kişi tarafından bireysel başvuru yapılamaz; bu durum yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulunacaktır.
Ayrıca, bireysel başvuru süreci devam ederken, şirketin başka bir şirketle birleşmesi, devralınması veya tür değiştirmesi gibi durumlar meydana gelebilir. Bu tür durumlarda, birleşen, devralan veya tür değiştiren yeni şirket, önceki şirketin tüm hak ve borçlarına halef olur. Bu nedenle devam eden davalarda taraf değişikliği yapılması gerekecektir.
Ancak, bireysel başvurunun şirketin ticaret sicil kaydından silinmesi ile veya birleşme, devralma ve tür değişikliği durumlarıyla aynı hukuki sonuca ulaşmayabileceği konusunda Anayasa Mahkemesi içtihadında net bir karar bulunmamaktadır. Bu durumda, başvurunun akıbeti hakkında belirgin bir hukuki yönlendirme bulunmamaktadır.
Şirketin Mağduriyetinin Devredilemezliği
Bireysel başvurular, ilgili hukuk normları tarafından korunan temel hak ve hürriyetlerin ihlal edilmesi sonucunda genellikle doğrudan menfaatin zarar görmesi gereken durumlarla sınırlıdır. Bu bağlamda, bir kişinin mağduriyetini başka bir kişiye devretme konusu, önemli bir hukuki mesele olarak değerlendirilmelidir.
Temel hak ve hürriyetleri, kamu müdahalesi nedeniyle ihlal edildiğini iddia eden bir şirket, bu mağduriyet durumunu genellikle sözleşme yoluyla başka bir şirkete devredebilecek bir pozisyonda bulunmayacaktır. Örneğin, mahkemeye erişim hakkı konusunda mağdur olduğunu iddia eden bir şirketin, bu mağduriyet statüsünü Nassau Verzekering Maatschappij N.V./Hollanda davasında olduğu gibi başka bir şirkete devretmeye çalışması, mahkeme tarafından mağduriyet statüsü olmadığı gerekçesiyle reddedilebilir.
Mahkeme, başvurucu şirketin, ihtilaf konusu yerel yargılamada taraf olmadığını ve H. Sigorta Brokerlığı firması ile herhangi bir akrabalık, miras, kurumsal bağ veya vekâleten mağduriyet statüsüne sahip olmadığını belirtmiştir. Bu bağlamda, başvurucu şirketin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapma hakkını, iç hukuka göre devir senedi niteliğindeki bir sözleşme ile elde etmeye çalışması mahkeme tarafından kabul edilemezlik kararı ile sonuçlanmıştır.
Ancak, mağduriyet statüsü değil, hakka konu nesnenin devri gibi durumlarda bireysel başvuruların esaslı olarak incelenebileceği ifade edilmiştir. Örneğin, mülkiyet gibi devredilebilir hakların devri söz konusu olduğunda, başvuruların esaslı olarak değerlendirilebileceği belirtilmiştir.
Şirketin Kişisel Zararı
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluyla başvurabilmek için, kişisel zararın meydana gelmesi önemli bir koşuldur. Bu durumun belirtilerinden biri de, bireysel başvuru öncesindeki davada taraf olarak yer almış olmaktır, başka bir deyişle konuyla ilgili gerçekleşen muhakemede taraf ehliyetine sahip olmaktır.
Bireysel başvuru öncesindeki muhakemede taraf olarak yer almak, kişi yönünden yetki koşullarının kesin olarak sağlandığını gösterse de, bu tek başına yeterli değildir. Ancak bu durum, bireysel başvuru prosedürü içinde başvurucular tarafından kişi yönünden yetki şartının sağlandığını ispatlamak için kullanılabilen bir kanıt aracıdır.
Kişisel zarar kavramı, tüzel kişi ve şirket başvuruları bağlamında özel bir öneme sahiptir. Tüzel kişiler, sadece kendi meseleleriyle değil aynı zamanda üyeleri, hissedarları, çalışanları veya temsil ettikleri bireyler için de hareket edebilen entitelerdir.
Şirketlerin bireysel başvurularında, sadece tüzel kişiliğin kurucu metninde yer alan amaç ve hedeflerin değil, aynı zamanda kişisel zararın oluşması şartının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bir şirket, kişisel zararın oluşması şartını, kendi esas sözleşmesinde yer alan amaç ve hedeflere aykırılıkla gerekçelendiriyorsa, bu durum tüzel kişi açısından kişisel zarar şartının yerine getirildiği anlamına gelmeyecektir.
Şirketlerin bireysel başvurularında dikkate alınması gereken bir diğer önemli husus, başvurunun şirketi temsile yetkili kişi veya kişiler aracılığıyla yapılmasının zorunlu olmasıdır. Adi şirketler söz konusu olduğunda, tüzel kişilikleri olmadığı için başvurunun tüm ortaklar tarafından yapılması gereklidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tüzel kişilerin haklarını kullanma yeteneği ve temsil konularını ulusal hukuka göre değerlendirmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi örneğinde görüldüğü gibi, şirketlerin başvurularının kabul edilebilir olması için başvurulan konunun şirketin güncel ve kişisel haklarını doğrudan ilgilendirmesi gerekmektedir. Ayrıca, başvurulan durumun şirketin mali durumunda ciddi zarara neden olduğu ve bu zararın şirket açısından ne kadar önemli olduğu da açıklanmalıdır.
Sonuç olarak, şirketlerin bireysel başvurularında kişisel zarar kavramının doğru anlaşılması ve başvurunun tüzel kişiliği doğrudan etkileyen konular üzerine kurulması önemlidir. Bu şekilde, adaletin sağlanması ve tüzel kişilerin haklarının korunması mümkün olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti. başvurusuyla ilgili karara göre, başvurucu şirket, kamu kurumuyla sözlü vedia sözleşmesi yapmış ve sözleşme kapsamında alacağını alamadığı gerekçesiyle adli yargıda dava açmıştır. Ancak mahkeme, alacağın henüz muaccel olmadığı nedeniyle dava talebini reddetmiştir. Bu durum üzerine başvurucu şirket, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme, öncelikle özel hukuk tüzel kişisi olan şirketin bireysel başvuru ehliyetini incelemiş ve başvurunun kişi yönünden yetkili olduğuna karar vererek incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, Acarkent Site Yönetimi Başvurusu kararında ise, site yönetimine aidatlarını zamanında ödemeyen bir üyesi hakkında yapılan icra takibiyle ilgili ikame edilen davayı incelemiştir. Mahkeme, başvurucu site yönetiminin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirmiş ve gerekçeli kararında başvurucu site yönetiminin özel hukuk tüzel kişisi olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca, başvurunun site yönetiminin avukatı aracılığıyla yapıldığına dikkat çekmiştir. Mahkeme, özel hukuk tüzel kişisi olan site yönetiminin güncel ve kişisel haklarını doğrudan ilgilendiren bir başvurunun kişi yönünden yetkisi dahilinde olduğuna karar vererek bu başvuruyu incelemiştir.
Hissedarların Statüsü
Hissedarların Hakları
Bireysel başvurular sırasında, şirket hissedarları farklı statülerde mahkemeler önünde bulunabilir. Örneğin, bir hissedar, şirketin temsilcisi olarak bireysel başvuruda bulunabilir veya aynı zamanda hissedarı olduğu şirketin yöneticisi olabilir. Bazı durumlarda ise bir hissedar, şirketin temsilcisi olarak bizzat veya vekalet vererek vekil aracılığıyla şirket adına bireysel başvuruda bulunabilir. Hissedarlar, şirketin mağdur olması sebebiyle temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia edebileceği gibi, haksız bir şekilde şirket yönetiminden çıkarıldığı iddiasıyla da mağduriyetini ileri sürebilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Sovtransavto Holding v Ukrayna kararında, bir Rus holding başvurucu, hissedarı olduğu Ukraynalı şirketin yönetiminin, şirketin sermayesini artırma kararının hukuka uygunluğuna ilişkin yapılan yargılamada Ukrayna mahkemelerinin önyargılı davrandığını ve ulusal mahkemelerde görülen davada adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkı ihlali olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme, şirket hissesinin karmaşık bir olgu olduğunu belirtmiştir. Şirket hissesi, sahibine şirkette bazı haklara sahip olduğunu kanıtlar.
Bu, sadece şirket varlıkları üzerinde dolaylı bir hak iddiası olmakla kalmaz, aynı zamanda şirket hisselerinin oy hakkı, şirket kararlarında etkili olma hakkı gibi bir dizi hakları da içerir.
Şirket hissedarlığı, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilir ve aynı zamanda diğer bazı hakları da beraberinde getirir. Hisse, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 Numaralı Protokol kapsamında mal olarak ele alınır. Özerk kavramlar doktrini uyarınca mal kavramı, özerk bir anlam taşır ve mülkiyeti oluşturan haklar ve menfaatler, mülkiyet hakkının konusunu oluşturabilir. Hisselerin temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek şekilde kamu müdahalesinden etkilenmesi durumunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mülkiyet hakkı ihlali değerlendirmesi yapabilir. Olczak v. Polonya davasında Mahkeme, başvurucunun hisselerinin kamu müdahalesi sayılabilecek işlemler sonucunda düşmesinin mülkiyetten yoksun bırakma anlamına geleceği şeklinde bir değerlendirme yapmıştır.
Mahkeme, başvuruda bulunan kişinin ilk olarak sahip olduğu hisselerin, bankanın öz sermayesinin yaklaşık yüzde 45’ini temsil ettiğini, ancak Polonya Ulusal Bankası tarafından atanan Mütevelli Heyeti’nin aldığı tedbirler sonucunda başvurucunun hisselerinin yüzde 0,4’e düştüğünü belirtmiştir. Bu durumun neticesinde hisselerin gerçek değerinin ciddi bir şekilde azaldığı ve başvurucunun bu tedbirler sonucunda mülkünü inkâr edilemez bir biçimde kaybettiği ifade edilmiştir. Ayrıca Mahkeme, başvurucunun hisse sahipliğinden kaynaklanan yetkilerinin ve şirketi etkileme ile oy kullanma yetkilerinin ciddi şekilde azaldığını değerlendirmiştir.
Pay sahipliği, aynı zamanda adil yargılanma hakkı ile ilişkili olarak çeşitli medeni hakları da içermektedir. Mülkiyet hakkıyla ilgili anlaşmazlıkların çözümü sırasında adil yargılanma hakkına saygı gösterilmelidir. Bu durum özellikle azınlık hissedarlarının mahkemeye taşıdığı davalar için önemli bir husustur. Örneğin, Sovtransavto Holding v. Ukrayna kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal mahkemelerde görülen bir davada ulusal yargı mercilerinin bağımsız ve tarafsız olmadığı gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Hissedarların hakları, şirketin haklarıyla yakından ilişkilidir; çünkü şirket tüzel kişiliği olmadan hissedarlar var olmayacaktır. Ancak burada vurgulanması gereken nokta, şirket hissedarının hakları ile şirketin haklarının aynı olmadığıdır. Bir hissedarın mağdur olması, genellikle sahip olduğu hissesi nedeniyle maruz kaldığı ihlallere dayanacaktır. Şirket hissedarlarının hakları arasında, şirketin malvarlığındaki payları oranında sahip olma hakkı, oy hakkı, şirketin işleyişini etkileme hakkı gibi haklar bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre oy kullanma hakkı ve hissedarlıkla ilgili diğer haklar, adil yargılanma hakkı kapsamında hissedarlara koruma sağlamaktadır. Örneğin, Pafitis ve Diğerleri v. Yunanistan davasında Mahkeme, bir hissedarın bankanın sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararına yönelik açtığı davanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir. Mahkeme, ulusal yargı mercilerinin, başvurucuların medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin bir anlaşmazlığı çözmek amacıyla yeterince bağımsız ve tarafsız olmadığına karar vermiştir. Bu nedenle hissedarların, bankanın sermaye artırımına ilişkin kararlara oy kullanma ve dolayısıyla hisselerinin değeri ile ilgili kararlara katılma hakkı bulunmaktadır; bu haklar adil yargılanma hakkının gerekliliklerine uygun bir şekilde çözülmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin, Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti’nin başvurusu üzerine verdiği kararda, şirkete ait bir taşınmazın limited şirket ortaklar kurulu kararı olmadan muvazaalı bir şekilde üçüncü kişilere satılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddia edilmiştir. Başvuruyu, şirketin yüzde elli hissedarı olan gerçek kişi ve şirket kendileri gerçekleştirmiştir. Başvuruya konu olayda, şirketin diğer yüzde elli hissedarıyla yaşanan anlaşmazlık sonrasında şirketin sahip olduğu bir taşınmazı üçüncü kişilere devrettiği ve bu nedenle başvurucu ortak tarafından muvazaalı işlem iddiasıyla tapu iptal tescil davası açıldığı belirtilmiştir. Yerel mahkeme, davacının muvazaayı ispat edemediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu, gerçek kişi ve tüzel kişi mülkiyet haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
Anayasa Mahkemesi, yapmış olduğu inceleme sonucunda mülkiyet hakkına müdahale durumlarında, mülk sahibinin ikame ettiği davalarda müdahalenin kanun dışı, keyfi veya makul olup olmadığını savunabilme imkanının tanınması gerektiğini ve mülk sahibinin müdahale sebebiyle açtığı davaların esasa ilişkin iddialarının özenli bir şekilde incelenmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca, derece mahkemelerinin kararlarında yeterli gerekçe bulunması gerektiği görüşünü benimsemiştir. Bu açıklamaların ardından Anayasa Mahkemesi, başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti. Başvurusu kararında dikkat çeken bir diğer husus ise hem gerçek kişi hem de tüzel kişi açısından kabul edilebilirlik kararı verilmiş olmasıdır. Bu durumda, şirketi temsil yetkisine sahip olmayan bir kişi tarafından yapılan başvurunun kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır. Ayrıca, şirketin hissedarının mülkiyet hakkının ihlalinin kabul edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin benzer kararlarına paralel bir tutumun Anayasa Mahkemesi tarafından benimsendiğini göstermektedir.
Hissedarların Menfaatlerinin Korunması
Şirketlerin ayrı tüzel kişiliklere sahip olması, şirket hissedarlarının hak ve menfaatlerini, şirket tüzel kişiliğinin hak ve menfaatlerinden ayrı tutma gerekliliğini beraberinde getirir. Temel olarak, bir hissedarın, şirket menfaatleriyle ilgili olarak, şirket esas sözleşmesi ve ulusal mevzuatta belirtilen prosedürleri kullanmaktan başka bir şekilde hareket etmesine izin verilmez. Hissedarlar, genellikle, sadece şirketin yasal yükümlülüklerine aykırı davranışları gibi istisnai durumlarda ve bu davranışlar hissedarın mülkiyetini veya hissedar haklarını doğrudan etkilediğinde bağımsız bir şekilde hareket edebilirler.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Olczak v. Polonya kararları, şirket tüzel kişiliği kurumunun, şirketin hakları ile hissedarların hakları arasındaki net ayrıma dayandığını açıkça ifade etmektedir. Mahkeme, sadece şirketin haklarını ihlal eden bir davranışın, hissedarların menfaatlerini etkilese bile, hissedarlar aleyhine bir sorumluluk oluşturmayacağını belirtir. Bu durumda, şirketin ve hissedarın tazminat talep etme hakkı olduğu anlamına gelmez.
Tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi, şirket hissedarlarının, şirketin temel işlevine uymayan amaçlar için tüzel kişilik statüsünden yararlanma eğiliminde olduklarını varsayar. Bu teori genellikle, şirket tüzel kişiliği ile ilgili belirli borçlardan şirket hissedarlarını doğrudan sorumlu tutmak için kullanılır. Ancak, bu teori İnsan Hakları yargılamasında hak perspektifinden değerlendirilir. Tüzel kişilik perdesi, bir hissedarın İnsan Hakları korumasından yoksun bırakılması durumunda, hissedarların yararına olacak şekilde şirketin ayrı bir tüzel kişilik olduğu gerçeği bazı durumlarda göz ardı edilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sıkça tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisini incelemekte ve şirket temel hak ve hürriyetleri ile hissedarların menfaatleri arasındaki ilişkiyi tüzel kişilik perdesinin tersten aralanması perspektifinde değerlendirebilmektedir. Örneğin, Agrotexim Hellas SA ve Diğerleri v. Yunanistan davasında Mahkeme, başvurucu şirketlerin genel kurula katılma veya oy kullanma haklarının ihlali nedeniyle başvuruda bulunmadıklarını belirlemiştir. Başvurucular, şikayetlerini, hissedarı oldukları şirketin hisse değerindeki düşüşün kendi mali çıkarlarını olumsuz etkilediği ve mülklerinden barışçıl bir şekilde yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına dayandırmışlardır. Mahkeme, başvurucuların, şirketin mali kayıplarının ve haklarının aslında hissedarlar üzerinde etkili olduğunu, dolaylı olarak iddia edilen ihlalin mağduru olduklarını ve bu nedenle tüzel kişilik perdesini kendi lehlerine açmaya çalıştıklarını belirtmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi de benzer bir yaklaşımla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadını kullanarak tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisini kabul edebilmektedir. Örneğin, Erol Kesgin Başvurusu kararında Anayasa Mahkemesi, ölçülülük ilkesi doğrultusunda bazı durumlarda tüzel kişilik perdesinin aralanabileceğini belirtmiş ve bu durumda istisnai koşulların somut olayda mevcut olması ve belirli güvencelerle dengelemenin gerektiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda, bir şirketin ortakları veya yöneticilerinin hileli davranışları nedeniyle şirket hissedarının etkilenmesi durumunda tüzel kişilik perdesinin aralanabileceği sonucuna varılmıştır. Tüzel kişilik perdesinin aralanması meselesi daha detaylı bir şekilde incelenmeye değer bir konu olarak görülmektedir.